5 Kasım 2009 Perşembe

Daha Formel

Madde ve Enerjinin yapısı hakkındaki yazdıklarım sanırım bazı anlaşılmaz noktalar içeriyor.
Bu sebeple bazı sorular hazırladım. Bu soruların ve bu sorulara verdiğim yanıtların düşüncelerimi ifade etmekte daha bilimsel temellere sahip olacağını umuyorum.
   Bu kavramları kendi kuramımla açıklamadan önce, Kuantum Kuramının bu kavramları açıklamada kullandığı tanımları verecek, daha sonra ise benim açıklamamı yazacağım. Aşağıda ele alacağım konulardan bazıları var bu konuları zaman içerisinde yavaş yavaş açıklamaya çalışacağım.
-------------------------------------
Elektromagnetik Kuvvet Nedir ?
Elektrozayıf Kuvvet Nedir ?
Strong (Güçlü -Ağır) Kuvvet Nedir ?
Kütle Çekim Kuvveti Nedir ?
Kuvvet Taşıyıcı parçacıklar nedir ?
Hadronlar Nedir ?
Leptonlar Nedir ?
Quarklar Nedir ?
Foton Nedir ?
Nötrino Nedir ?
Madde nedir ?
Enerji Nedir ?
Boşluk Nedir ?
..............
..............
Evren Neden Kuantize yapıda davranmaktadır ?
Girişim Nasıl Olmaktadır. ?
FotoElektrik Olay Nedir ?
Girişim, Kırınım, nasıl çalışmaktadır ?
Hareket, İvme
İzafiyet kuramını nasıl açıklıyorum   ?
Işıktan hızlı olmak ya da olmamak  ?
Karadelikler  ?
Solucan delikleri
Zaman ve zamanda yolculuk mümkün mü ?
Sicim kuramı Evreni nasıl açıklamaktadır ve
Neden Evren bu şekildedir ?
..............
..............
Heinsberg Belirsizlik ilkesi neden var ve nasıl ?
Gözlemci olayı nasıl etkiler ?
Klasik Fizik (Newton Fiziği) ile Kuantum Fiziği arasındaki uyuşmazlık var mı yok mu ?
Dalga Parçacık ikiliği var mı ?
Olasılık dalgası nedir ?
EPR ve Aspect (Alain Aspect) Deneyi nasıl mümkün olabilir ?
Schrödinger’in Kedisi  Yaşıyor mu ? Ya da Ölçümün ölçümünün ölçümü mümkün mü ?
TOE kuramlarında Kütleçekim neden dışarıda ?
TOE (Theory Of Everthing) Herşeyin teorisi, gerçekten herşeyin teorisi mi ?

Sicim ve Membran dışında gravitasyonun Kuantum modeli mümkün mü ?
Kuantum Modeli Nasıl olupta sonuçları doğru veriyor ?
Kuantum Modeli gerçeğin aynadan görülmesi mi ?
TOE için Kuantum dışında farklı bir Kuram geliştirmek gerekir mi , Neden ?

19 Ekim 2009 Pazartesi

Zaman

Zaman gizemli nesne:
   Ne olduğu hakkında herkesin bir şey söylediği , ama aslında kimsenin ne olduğunu bilmediği şey;
 Zaman için 4. boyut diyenler var, ama insanlar zaman hakkında konuştuklarında her zaman:) aynı şeyi kastetmezler.
  Zaman hareket demektir. Eğer hareket yoksa zamandan söz edemeyiz. Halbuki bazıları için zaman hatıralar demektir. Onların hangi hareketli veya hareketsiz eylemler içerdiği önemli değildir.
Bazıları kalplerinden, bazıları kafalarından akıtır zamanı..
Teknik olan ise tamamen ruhsuzdur.
Teknik olan; "iki olgu arasında geçen süre miktarıdır" der.

Kafasından akıtan zamanı;
"Geçmiş tarihtir benim geleceğim önemlidir, tarih geleceğim için gereklidir. Ama en değerli olan şimdiki zamandır" der.

Kalbinden akıtan ise; "Hatıralarım geçmişte kaldı ama onlar aslında her an benimle birlikte, geleceğim ne olacak bilemiyorum ama aklım var olduğu sürece hatıralarımda benimle beraber gelecek." der.

Pişmanlıkları olan; zamanda geri gitmek ister, geri gitmek istediği zaman aslında acı tatlı hatıralarının olduğu zamandır.

  Fizikçi onun derdini anlamaz, çünkü onun için zaman mekaniktir. Anlayamadığı anlamladıramadığı olguyu mekanik olarak tanımlamıştır.
O , "zamanda geri gidilir" dediğinde aslında hatıralarına gidebilirsin demez, onlar yaşanmıştır ve bir daha yaşanmasına veya istediği senaryo ile tekrar olmasına imkan yoktur.

  Ama algıda seçicilik iş başındadır. O büyük büyük büyükbabasını göreceğini düşünmektedir. Halbuki geri giden zamandır mekan değil. İstediğinin olması ancak, her mekan koordinatının an'ın en küçük birimi için yine mekan içinde var olması gerekir. Halbuki zaman geçmektedir ama o zamanın geçmekte olduğu mekan yine aynı mekandır.

 Mekan ; zamanda geri gittiğinde artık o yerde değildir. Mekan gelecekte kalmıştır o kendi zamanını yaşamaktadır. Geçmişe yolculuk yapan kişi ise; yeni mekanda yine yeni bir zaman ile başbaşadır.

   Maalesef geçmişte bıraktıkları sadece Kalbinin bir yerinde saklanan Hatıralarındadır.

İki sayının arası

 İki sayının arasında ne vardı ?
  Elbette başka bir sayı, ama sayılara farklı bir pencereden bakan biri için öyle değildi durum.
  Eğer sayı tabanı 10 ise ; en kücük sayı 0 en büyük sayı 9 idi. 10 'dan büyük sayılar başka bir evrene aitti ama insanlar o sayı evreninden bu sayı evrenine Vize, pasaport hiç sormadan gelip geçiyorlardı.
Halbuki orası başka bir alemdi. Evet bunlardan daha büyük sayılar arasındaki ilişkiyide yine onlar belirliyordu ama aslında orada yeni olan bir şey daha vardı.
   Basamak..!!
İşte bu sayıların arasındaki boşluğu belirsiz yapan, o gizemli boşluğu oluşturan 0 ile 9 arasında 10 tamsayı vardı. Ama kesirli sayılardan kaçtane idi. Diyorlardı ki SONSUZ..  !!! 
  Ya kesirlerin her aşamada ne kadar artacağını ben belirlersem ve desem ki buna 10'luk kesir sayı tabanı,
o zaman 0 ile 1 arasında sadece 10 tane kesirli sayı olacak.
Peki onluk kesir sayı tabanının iki sayısı arasında ne kadar sayı var ?
    İki sayı arasında bir kesrin 10'da biri kadar adımı varsa, cevap 10 olmalı...
İşte bunu sonsuz kere de tekrarlasak, cevap hep aynı olacak her zaman 10 tane sayı, ama her seferinde
daha da küçülecek sayı tabanlarımız.
 En küçükte ve en büyükte biteviye tekrar eden aynı şey, Aynen Fraktaller gibi.
Frakteller, kesikli yapılar, aralarında ne olduğu bilinmeyen yapılar, herşey başlangıç değerine bağlı ve hassas
başladığınız yer 1/1000 basamağı ise bundan daha küçük sayı tabanları ve dönüşümler yapı müthiş derecede kendine benzer ama yinede öngörülemez bir bütün, parçaya baktığımızda inanılmaz ölçüde basit bütüne baktığımızda aynı derecede kaotik,

  Acaba bütün kaotik sistemler, sayıların bu fraktal yapısından mı oluşmuşlar ?
  Yoksa onlar süreklide biz ölçüp biçerken bu sayıları kullandığımızdan mı, tüm heryerde kaotik yapılar görüyoruz ?

Onlar, üstlerindeki göğü nasıl yapmışız, süslemişizdir bir bakmazlar mı? Onda hiçbir çatlak da yoktur.
 Kâf 50 / 6     
 

Asil Sayılar

 Asal sayılar, asalet unvanına sahip ender bulunan ama sayılarının sonsuz olduğu söylenen sayılardır.
 Asaletleri, insanların onları ifade eden denklemi bulamamasından ama buna rağmen tüm sayıları oluşturan öz olmalarından ileri gelir. Aslında tüm sayılar değil sadece tam sayılar hatta 1 den büyük tüm tam sayılar demeliyiz.
   Küme ifadesi olarak insanlar bunu sözle ifade etmişler, "Sadece 1'e ve kendisine bölünebilen sayılar asaldır"
Çift sayılar 2 * n; Tek sayılar 2 * n + 1 ; n, 0'dan sonsuza herhangi bir Tamsayı olmak üzere eğer belirli bir sıradaki Tek ya da Çift tamsayıyı bulmak isterseniz kullanacağınız Lineer denklemlerdirler.
  Bunlar arasında önceden bilinebilecek, istediğiniz herhangi bir tanesini hesaplayacağınız ilişkiler içeren formüller vardır.
  Ama asal sayılar için böyle bir şey söz konusu değildir, onlar ulaşılamaz, erişilemez, bilinemez sayılardır.
Onları ancak sezebilirsiniz,  X sayısı %99,9 ihitimalle Asaldır,
ama % 0,1 ihtimalle asal olmayabilir. Eğer kesin olarak bilmek istersen, gereken süre 150 bin yıl; göze alırmısın bunu bilmeyi ?
İşte bu sayede şifrelemek için kullanmışlar onları , değerli bilgileri için..
 Kimse göze almamış bu kadar zamanı ne olacağını bilemediği bir bilgi için..Zaten bilgiden daha değerli olan zaman , daha az değerli ile değişilir mi hiç ?
----------------------------
  Aslında bakan biri başka açıdan, cümleleri gibi anlaşılmaz önce insanlar tarafından. Tanımına bakmış Asil sayıların farklı düşünürmüş insanlardan, bu tanım ne tuhaf; bölme değil ki doğal olan, birleştirmeliyim insanlar gibi sayılarıda, öyleyse doğal tanım şöyle olmalı en azından..

   "Birden büyük ve birden başka KAT'ı olmayan sayılar Asil olmalı."

  İşte asaletin sebebi bu olmalı; 1 sayısı sadece kendisine Ram olan, içinde başka sayı barındırmayan sayılara asalet unvanı bahşediyor.  Yani bir sayısında BİR'leşiyor asil sayılar.
 
Bir ile BİRleşen sayı tüm sayıları kendinden üretiyor ve tüm sayılar içinde BİR 'i barındırıyor.
Böyle deyince; birden itibaren başlayan tüm tam sayıları, birbiri ile çarpmış, bir millet olmuş bunlar, içinde olmayan yokmuş; bir başka millet ise ayrılan, içinde birden gayri her şey olan ve birbiri ile çarpılan, ve hayretle görmüş ikisi arasındaki farkı;
Eksik olan bu ikinci millette BİR den başka katı olmayan ve BİR 'den büyük sayılarmış.

  Eksiklik onları görünür kılmış, daha önce herhangi bir sayı iken; artık onların asaletini tüm sayılar anlamış.

  Eksik olan millet, BİR'e Ram olmayan'dır. 
  BİR'leş(e)meyendir.

17 Ekim 2009 Cumartesi

Madde - 5

İşte bu perspektiften bakınca, ayrıca atomun yapısı, kuarklar, leptonlar, hadronlar, mezonlar ve daha pek çok parçacık daha bir anlaşılır gözüküyor, ancak bilimin önemli bir engelini aşmak gerekiyor öncelikle
  Bu engel parçacık engeli, bilim ilk zamanlardan beri maddeyi oluşturan en küçük parçayı bulmakta ısrar etmiştir. İlk olarak bölünemeyen en küçük parçaya atom demiştir, onuda tekrar bölmüş elektron, proton, nötron demiş daha sonra quarklar nötrinolar ve daha pekçok parçacık bulmuştur.
  Ancak dikkat edilirse parçacık bulma alışkanlığından vazgeçmemiştir. Süreklilik insanların algılayabildiği bir şey değildir. insanlar herhangi bir olguyu sınırları olmadan, daha doğrusu o sınırlarda bir farklılık olmadan algılayamadıklarından parçalar, parçacıklar, katmanlar, kesikli değerler şeklinde evreni anlamaya çalışırlar.
 aslında evren süreklilik arz ettiği halde, kesikli davranışlar gösterir, sayılar bile kesiklidir.
Halbuki madde çevresindeki akışkana bağlı, ancak akışkanın özelliklerinden dolayı ve sistemde mevcut olan enerji sebebiyle kesikli özellikler gösteren bir yapıdadır. Kuantum Fiziği işte bu akışkanın içerisindeki davranışlardan dolayı ortaya çıkmış bir gözlemdir.
  Gözlemler doğrudur, ancak gözlerimiz bizi yanıltabilir.
  Daha önceki bir yazımda ışığın hareket tarzını ifade etmiştim. işte bu hareket iki boyutlu ve iki düzlemde gerçekleşen ve 3. boyutta hareket olarak ortaya çıkan bir hareket tarzıdır.
  Ancak bu hareket tarzında eğer 3. boyutta dairesel harekete (elektrik ve manyetik alan indüklemleri) katılırsa o takdirde ortaya çıkan formasyon bir doğru değil (ışık fotonu hareket doğrultusunda) bir küre olacaktır. Küre üzerinde akışkanın toplam yerdeğiştirmesi sıfırdır. Ancak yinede bir hareket vardır.
 Bu kaotik dönme hareketleri çok sayıda belirli fraktal örüntüler oluşturacaklardır. Ayrıca klasik girişim deney sonuçlarına benzer sonuçlarda elde edilecektir. Dönme hareketinin hızı C 'dir ancak akıntılar dönel doğrusal ve kaotik' tir. akışkan küre içerisinde olmamalı veya kısa bir an için sütun şeklinde hareket etmelidir.
 Klasik girişim deneylerinde düğüm noktaları vardır. dönme hareketinin çok uzağında bile mevcut olabilir. Ve fraktal örüntülerden (kendini tekrar etme) dolayı merkezdeki dönme hareketine çok benzeyecek ama birebir aynı olmayacaktır.

İşte bu anlatılanlar ışığında madde atomunu tekrar canlandırırsanız quark, proton, nötron, elektron, foton ve değişim parçacıklarının neler olduğunu tahmin edebilirsiniz.

  Benim düşünceme göre CERN deneyinde bulunan (?) parçacıklar işte bu akışkanın özellikleri sonucunda bulunabilmiştir. (?!). Elbette yenileride bulunacaktır.

Akışkan hakkındaki son ilginç bilgi ise şudur :

İnsanların var kabul ettikleri şey madde ve enerjidir, Bunun dışında kalan ise mutlak boşluktur. Bu boşluk tüm uzayı atomun içindeki boşlukta dahil olmak üzere doldurmaktadır. Maddenin var olabilmesi bu boşluğu dolduran akışkanın varlığına bağlıdır. Madde var olurken bu akışkanı dışarı atar ve yerine kendi geçer
   
Dolayısı ile boşluğun (buna yokluk diyelim) içinde, yokluğun dışarı atılması sonucu yokluğun yokluğu var olur
bu felsefi anlamda maddenin bugünkü tanımınada uygundur ama iki yokluktan oluşan madde, aslında etrafındaki yokluğada muhtaçtır.

 Bu sebeple "Madde tanımlanamaz."

Madde - 4 --- Michelson-Morley Deneyi

 Bu deney çok ilginç bir çıkarımdan yola çıkılarak tasarlanmış bir deney,
O zamanlar insanlar ışığın dalgalardan oluştuğunu düşünüyorlar. Ancak bir sorun var dünya ile güneş arasındaki muazzam boşluk, şimdiye kadar gözlemlenen dalgalar hep maddesel bir ortama ihtiyaç duymuşlar olmadığında dalgada gözlenememiş, öyleyse eğer ışık bir dalga ise  güneş ile dünya arasındaki madde olmayan boşluğu nasıl geçipde gelebiliyor ? sorusu bilim inanlarını meşgul etmiş..
   Sonuçta tüm boşluğu dolduran bir akışkanın var olduğu ve ışığın bu akışkanı kullanarak güneşten dünyamıza geldiği (dalgalar şeklinde) teorisini ortaya atmışlar. Maddeye tarihsel olarka ether adı verilmiş
 Michelson ve Morley adlı bilim adamlarıda bu akışkanın varlığını ispatlamak üzere (ironik olarak) bu deneyi kurgulamışlar.
  Kurgu yaklaşık olarak şöyle;
 Güneş ve Dünya bu akışkanın içerisinde dönmekte, akışkan içerisinde hareket eden cisimler akışkanda bir hareket meydana getirirler bu akıntı diyeceğimiz olguya "ether rüzgarı" demişler.
Michelson ve Morley bir düzenekle birbirine dik doğrultuda iki ışık kaynağından çıkan ışıkları kesiştirerek interferometre adı verilen cihazla girişim desenleri oluşturup rüzgarın dolayısı ile ether'in varlığını ispatlamaya
çalışmışlar .
  Teknik düzenekler Kurulduktan sonra deney yapılmış hemde pekçok kez ancak hiç bir girişim gözlenememiş buradan iki sonuç çıkarmışlar.
  1 -- Esir yok     2. Dünya dönmüyor.
Sağduyu 2. maddeyi kabul etmediğinden, Esir yok denmiş
Bu noktada; benim düşüncelerime bu kadar yakın bir deneyin tarihte yapılmasından memnun oldum ancak buna rağmen benim vardığım sonuçlara varılamamasını anlayamadım ve deneyi inceledim.
Deneye bugünkü bilgiler ışığında tekrar bakıldığında, önemli eksiklikler göze çarpıyor.
En önemlisi  deneyin ön koşulları ve kabulleri bu nokta benim baktığım açıdan son derece eksik o tarih için normal olan bu durum deneyin bugün tekrar yapılmasını gerekli kılıyor.

Madde - 3

Ama şimdi yeni bilgilere ihtiyacım vardı. Çünkü bu çarşaf sadece bir araçtı bir modelleme halbuki ben gerçekte ne olduğu ile ilgileniyordum Uzay-zaman eğriliği (Riemann geometrisi) ile bunu açıklamışlardı ama  
   İzafiyet teorisine göre hiç bir madde ışık hızında hareket edemezdi !!!
            ACABA ? Gerçekten öyle miydi. ?
  İşte bu soru benim maddeyi araştırmaktaki hareket noktam oldu.
 Madde daha doğrusu kütle denilen şey neydi ?
 Eğer kütleçekim bu eğriliğin sonucundan ibaretse, kütlede bu eğriliğin bir ölçüsü idi, yani ortada kütle yokken eğriliği meydana getirirsek kütleyide meydana getirebilirdik. Aslında Fizik bunuda biliyordu. İvmeli hareket eden madde parçacıkları, durgun olduğundan daha fazla bir kütleye sahip oluyorlardı.
  Öyleyse maddenin ışık hızında gittiğine sonsuz kütleye ulaşacak olması bir yanılsama idi. Mekanik tarzdaki pozitivist düşünce 2 + 2 = 4 demişti ama matematik gerçek evren değildi. Gerçek evrenin çok benzeyen bir modeliydi.
Olay şöyle gerçekleşiyor olmalıydı. Bir madde parçacığı ışık hızında hareket ettiğinde hareket yönünde uzay zamanın integralini alacak (elektrik-manyetik alan (sin -cos)) dolayısı ile o noktada eğriliği sonsuza yakın bir
çukur (parabol oluşacak) (sanal bir karadelik) dışarıdaki bir gözlemci parçacığın kütlesini değil (parçacık + çukurun eğriliği) ölçeceğinden parçacık kütlesini sonsuz olarak ölçecek.
  Tabiki sonsuz kütleli parçacık mevcut olamayacağından varacağı sonuç;
   "Hiç bir maddesel parçacık ışık hızında hareket edemez". dir.

 Ancak maddesel parçacığımız ışık hızında hareket etmiştir. Önemli olan bakış açısını değiştirmektir.
 Eğer parçacık ışık hızında hareket edebiliyorsa bundan daha hızlı hareket etmesini engelleyen nedir ?
 Ya da ışık neden daha yüksek bir hızda hareket etmemektedir ?
  Ayrıca uzay-zaman düzlemi her noktada varsa madde bu düzlemlerden dik doğrultuda geçtiğinde neden bir engelle karşılaşmamaktadır. 3 boyutlu evrende bu düzlemi nasıl tanımlamalıyım ?
 İşte bu sorulardan sonra daha fazla bilgi edinmem gerektiği sonucuna vardım kitaplardan ve çeşitli yollarla çeşitli disiplinler hakkında bilgi edindiğim uzun bir süreç geçirdim.
  Şu anda sanki bir günlük bir hadise imiş gibi anlattıklarım aslında yıllar süren fasılalı süreçlerdir.
Akışkanlar dinamiği ile ilgili bulduğum bir kaynakta şaşırtıcı bir biçimde sıvı içerisinde hareket etmekte olan bir ses dalgasının yayılım hızını veren formülü gördüm.
  Bu denklem ile Einstein'ın ünlü E = mc^2 ; c ^2 = E / m formülü ile analoji içeriyordu. a^2 =  K / p(rho) şeklinde...
işte bu analoji başka bir fikir verdi bana..
 Uzay-zaman eğriliğini oluşturan matematiksel model aslında fiziksel gerçek bir duruma yani bir sıvıya karşılık geliyordu.
   Ancak bu sıvının özellikleri henüz bilinmiyordu. Ama etkilerinden en az birini gözlemliyorduk. Bu ise sıvı varlığına kanıt olabilirdi. Bu gözlem şu idi.
    IŞIK HIZI'nın değeri.
Işığın hareket tarzı, evrendeki en ideal hareket tarzı idi öyleki oluşturduğu parabol çukurunun, sonsuz eğrilikte olduğunu İzafiyet denklemlerinden biliyoruz. Bu eğrilikte olması gereken hız mantıken sonsuzdur.

    Öyle ise hangi etken ışık hızını C 'de sabitlemiştir ?

Cevap:  Uzay-zaman'ı oluşturan akışkan sabiti; ışığın o hızda sabitlenmesi sonucunu doğurmaktadır.

Peki bilim bugüne kadar bu yönde bir çalışma yapmış mı idi ?

Cevap:   Evet , Michelson-Morley Deneyi
    (Ancak sonuç yanlış yorumlanmıştı ayrıca deneyin önkabulleride eksikti.
    Dolayısı ile bu deneyden çıkan sonuç sıvının var olmadığı idi.)
 Bu ise başka bir yazı konusu..

Madde - 2

Evet gözlem yapmalıyım, ama nasıl ?
Uzay - Zaman eğriliği gözlenebilen bir şey değilki sadece Matematiksel bir araç, böyle soyut bir şey nasıl gözlenebilir üstelik gerçekten böyle bir eğrilik varsa bile bunun gözlenebilmesi için etkilerinin gözlenmesi gerekir. (Einstein'ın kuramının ispatı yapılmıştır böyle bir gözlem ile.)
 Bu bir hareket tarzı ise buna benzer gözlenmiş bir hareket olup olmadığını araştırdım kitaplardan, ve buldum..
 Evet buldum ama Lise bilgimle dolayısı ile hala tam olarak emin değilim. Ama kuvvetle muhtemel bu olduğunu seziyorum.
  İşte bu hareket tarzı bilindiği kadarı ile sadece "Işık" 'ta vardı. Evet ışık elektromanyetik bir ışıma idi ve ışık Maxwelll kuramlarına göre hareket eder hatta var olurdu.
  Maxwell kuramları ivmeli hareket eden elektrik yüklerinin kendilerine dik doğrultuda ivmeli manyetik alanlar meydana getridiğini söylemiştir. Ve ivmeli hareket yapan manyetik alanlarda aynı şekilde kendilerine dik doğrultuda elektrik alanlar meydana getirirler. Buraya kadar herşey normal ama bunun sonucunda her iki alana birden dik doğrultuda hareket meydana gelirki ivmeli olan bu alanlarıda beraberinde taşır.
 Yine maxwell denklemlerini okuduğum bu kaynaklarda bu alanların dairesel bir hareket sonucu olduğuda ifade ediliyor, düzlemde dairesel hareketin ifadesi sinüs eğrileri şeklindedir. Eksenleri dik olan elektrik ve manyetik alanlar sinüs eğrileri şeklinde var oluyorlar. Küresel trigonometride bunları aynı erk'in sinüs ve cosinüs bileşenleri olduğunu düşünürsek ortaya şu sonuç çıkıyor.
  İvmeli hareket eden elektrik alanın (eksenlerden birindeki sinüs) türevi alınır.(Uzay-zamanın) İvmeli hareket eden manyetik alan (diğer eksendeki birindeki sinüs (cosinüs) ) (Uzay-zamanın) elde edilir.

 Bu biteviye devam eden hareket sonuçta iki eksene dik doğrultudaki 3. eksende hareket olarak ortaya çıkar.
 Bu harikulade hareket tarzı tam aradığım şeydi. Çünkü ışık hızı başlangıç için hiç de fena değildi. Ve en efektif , ekonomik kullanım olmasaydı ışık böyle hareket etmezdi herhalde.

Sadece bir kaç elektronvoltluk bir enerji ile bu derece yüksek enerji elde ediyorsa çok çok daha büyük güçlerde kimbilir ne olurdu. ?

Madde - 1

  Madde hakkında ne biliyoruz. ?
Binyılların deneyimi bize onun gerçek olduğunu söylüyor.
 Deneyimlerimiz hergün gördüğümüz ve bu yüzden sıradan olan apaçık şüphesiz gerçek olan şeyler,
 acaba bunları sorgulama ihtiyacı hissettiniz mi ?
    Ben hissettim; .......  What is the Matrix ? :)
Evreni, boşluğu, bu boşluğun içindekileri madde ve enerjiyi sorguladığınızda müthiş bir öğrenme açlığı hissettim. Kitap, internet, üniversite artık ne bulursam aç kurtlar gibi saldırdım.
Aslında tüm istediğim ışıktan hızlı gidebilecek gezegenler arası bir taşıt yapmaktı o zamanki ortaokul sıralarındaki pek çok çocuk gibi.
   Kütleçekimi, Elektromagnetik spektumu, maddenin iç yapısını (Elektron, nötron, proton, lepton, hadron, quark vb.) Hareketin doğasını, izafiyet kuramı, kuantum kuramı, Planck sabitini, Belirsizlik ilkesini daha aklıma gelmeyen pek çok bilgiyi öğrendim tabii bunlar bir günde olmadı.
  Ancak bu kadar çok bilgiyi almanın bir faydası olmadığını çok kısa bir zamanda öğrendim. Çünkü ilişkili olmayan bilgi, bilgi değildi. Dolayısı ile ilgimi çekmeyen yani bulunduğum konum (edinmiş olduğum bilgi seviyesi itibari ile zincirin son halkası) hangi bilgiyi öğrenmem gerektiğini bana gösteriyordu.
   Dolayısı ile edindiğim bilgi ve benim bunları anlama şeklim, o noktadan sonra bana bulmam gereken eksik puzzle parçasını gösteriyordu.
  İşte bu şekilde zaman içerisinde hem yeni bilgiler ediniyor hemde bu bilgileri kullanarak, kendi görsel, zihinsel düşünce deneylerimi gerçekleştiriyordum.
  İşte madde ve enerji ile ilgili bu sürecin sonunda elde ettiğim sonuç:
      Madde tanımlanamaz.
  Şimdi bu sonuca varış sürecimi anlatmaya çalışacağım.
  Başlangıçta amacım konvansiyonel hareket sistemlerinin yerine (özellikle çekimsiz ve boş uzayda) daha efektif ve etkin bir sistem bulmaktı.
  Var olan hareket sistemleri ve Klasik mekanik kuramları aradığım etkinlikte değildi, Momentum yöntemi büyük bir israftı. En kötü halde ışık hızı ile hareket etmeli ve bunun için minimum enerji harcanmalıydı.
  İşte burada Einstein 'ın Kütle çekim kuramı, Eğri uzay topolojisi ile açıklanan uzay-zaman bükülmesi imdadıma yetişti. Matematiğini Rieman Geometrisinden alan bu yeni yaklaşım kütle çekimi çok güzel açıklıyordu.
  Lise yeni başlamış bir öğrenci olarak en çok bunu açıklamak için kullanılan; bir benzetim (simulasyon) ilgimi çekmişti. (Benzetimler gerçek değildir sadece gerçeğin insanlar tarafından daha kolay anlaşılabilmesi amacıyla uydurulurlar.)
 Bu benzetimde; gergin bir çarşaf üzerine (bu bir tramplen bezi olabilir) ağır bir cisim koyuluyor. Bu örneğin dünya olarak tasvir ediliyor, daha sonra küçük bir cisim bu gergin çarşafın bir kenarına yavaşça bırakılıyor.
Öğrenciler bu deneyde küçük cismin ağır cisme doğru hareket ettiğini görerek aslında bunu sağlayanın yerçekimi değil, çarşafın eğriliği olduğunu gösteriliyordu.
  (Benzetimde aslında eğriliğin sebebide yerçekimidir. Ama bu gözardı edilir.)
 İşte bu benzetim bende yeni fikirler oraya çıkardı tabii deneylerim düşünce deneyi olduğundan normalde imkansız olan şeyleride deneyebiliyordum. :)
 Ben uzay-zamanı betimleyen bu çarşafın (tramplen bezini) bağlı bulunduğu kenarlardan birini söktüm,
 (Tabii ki gerçekte değil çünkü ceza alabilirdim) ve bulunduğu seviyeden yukarıya doğru kaldırdım. Evet çok ilginç bir şey oldu çarşafın alanını 1 dönüm düşünürsek, daha önce ağır cisim (dünya) artık bulunduğu yerde değildi çarşafı kaldırdığım noktadan daha ileriye hareket etmişti. Üstelik çarşafı kaldırdığım yüksekliğe bağlı olarak belirli bir mesafe katetmişti. Eski yerinde çarşaf artık düzdü, ama daha önce düz olan yeni yeri artık bir eğri idi. Ve öğretmen artık deneyi bu yeni eğriliğin başlangıç noktasında yapmak zorundaydı.
  Benim matematiğim pek iyi değildir, ama bu şekillerin matematiksel denklemlerini bulup bunlar üzerinden bir hareket denklemi çıkarmak zorunda hissettim.
  Lise derslerinde doğru, parabol, hiperbol, düzlem, eğri, limit, türev, integral konularını görüyorduk
  (Şimdi görülüyor mu bilmiyorum)
 Görsel olarak bu çarşafı bir şeye benzetemedim önceleri, her noktasından baktım en sonuda yatay düzlemden baktığımda doğru ve parabole çok benzediklerini gördüm
 Öyleyse, bu iki şekil üzerinde yoğunlaşıp, matematiksel denklemlerini yazdım.
    DOĞRU     : y = mx + n
    PARABOL : y = Ax^2 + Bx + C
işte bu denklemler, ayrıca türev ve integral işlemleri yapmış olduğum yaramazlığın matematiksel açıklamasını
bir anda ortaya çıkardı. Ben tramplen bezini kenardan söküp yukarı kaldırdığımda aslında ağır madde (dünya) bulunduğu noktadaki parabol denkleminin türevini alarak o noktayı doğru (düzlem), daha önceki düzlem (doğru) olan noktanın parabol (çukur) olmasını sağlamıştım.

   Öyleyse artık bir genelleme yapabilirdim,
   Hareket ; Hareketli cismin hareket yönünde uzay-zaman 'ın "integral"'inin ; aksi yönde ise, uzay-zaman 'ın "türev" 'inin alınması ile mümkün oluyordu.

   Peki bunu ispatlayabilir miydim acaba ?  Çünkü ispatlayamazsam bu sadece benim hayal ürünüm olurdu.
   Bunun için gözlem yapmalıydım.

Kültür Bombası

Savaş her gün her an mevcut, kaçış yok eski zamanların kılıçlar oklar mancınıklarla yapılan savaşları yerine artık, çok daha acımasız savaşlar aldı.
  Silahlar ve etkileri eskiden olduğu gibi fiziksel değil, etkileri artık, sosyal, psikolojik, toplumsal ve ekonomik olarak ortaya çıkıyor.
  Artık kimse konvansiyonel silahları kullanmıyor, bunları da aslında diğer silahları kullanabilmek için bir hazırlama evresinde kullanıyorlar. Eskiden en korkulan ve dünyanın bir yüzyılını soğuk savaş denilen olguya teslim eden Nükleer silahlar artık sıradan ve etkisiz, NBC silahları kullanılacaksa bunu sevketmenin en iyi yolunun Kültür Bombası olduğu artık herkesçe kabul edilmekte. Bu sevk yöntemi konvansiyonel yöntemlere göre çok daha etkili, geniş çaplı ve karşı konulamaz.
  John Logie Baird 1930 larda Televizyonu icad ettiğinde bir gün bunun bir silah olarak kullanılabileceğini tahmin etmişmiydi acaba ?
     Ayrıca basılı yayın ve Küresel Ağ ile birleşince etkisi kat kat artan korkunç bir silah, bu sayede insanlara neyi sevecekleri, doğrunun yanlışın ne olduğu, neyi alacakları, onlar için neyin iyi olduğunu dikte edebiliyorsunuz. Yaşam Tarzı, Moda, reklam bu silahın en bilinen şekillleri başka formasyonlarıda var pek çoğu belirli belirsiz, içimizde; hatta en masum davranışlarımızda bile içkin bir biçimde varlıklarını hissettiriyorlar.
    Karşı koyabilmek neredeyse imkansız, yer yer cılız direnişler mevcut, ama insanların korteks yüzey faaliyetinin giderek azaldığıda bir vakıa yani insanlar artık düşünmüyorlar.

   Ne söylenirse aynen alıp kabul ediyorlar veya toplumsal afaziye maruz kalıyorlar. Çünkü çeşitlilik ve tutarsızlık insan beyninde mevcut olan savunma mekanızmasını harekete geçirerek; beyni bilinçsiz bir tercih yaparak afazi durumuna geçiriyor ve bir tür kapatma yaşıyor. Ancak bu durumda tamamen savunmasız kalıyor.

  Bu bombanın patladığı yerde insanlar değil nesiller etkileniyor. Etkisi yüzyıllarca sürebiliyor. Neredeyse bir soykırım, bu durumdan tümüyle kaçınmak artık mümkün değil ancak bağışıklık kazanabiliriz.
 Eskiden insanların kanları akar bedenleri çürürdü, bu silah bedenlere bir şey yapmıyor, onların kafalarını ve kalplerini ele geçirerek ruhlarını çürütüyor. Bu silahı kullanan bile aynı silahla vuruluyor.
Eskiden insanlar karınları ve kalplerinden ok ya da kurşun ile vurulurlardı; artık kulakları ve gözlerinden önce akılları sonra gönülleri zehirleniyor.
   İnsanlar biyolojik olarak yaşıyorlar, ancak artık insan olduklarının bile farkında değiller.Sadece üreten ve tüketen makineler haline geldiler.

  "Çivi çiviyi söker " derler eskiler, bunun için yapılması gereken bilinçsiz tercihle seçtiğimiz  "Toplumsal afazi" den bilinçli bir tercihle seçeceğimiz "İradi afazi" ye geçmeliyiz.
 İradi Afazi ; İradi olarak sözyitimi davranışı göstermek olarak tanımlanabilir. Burada sözlerin yerini davranışlar alacaktır. İradi olarak erdemli ve faziletli davranarak, sade bir yaşamı tercih edip sadece zorunlu hallerde, mevcut sistemle minumum bağlantı sağlayacağız. Bu bağlantının derecesi tamamiyle bize bağlı ama
tercih etmediğimiz ve bile isteye iradi olarak iletişimsiz kaldığımız Kültür Bombalarının etkileriyle mücadele edeceğiz.
  Bu arada bizi biz yapan değerleri öğrenip tesbit etmeye çalışacak bunlardan bizi uzaklaştıran Kültür silahlarının etkilerini anlamaya çalışacağız.
 Her insanın genetik kodları olduğu gibi Karakter kodlarıda mevcuttur.
Bu kodlar ortak zeminde (Fraktal yapıdaki dış sınır) bizi birbirimize bağlar. Ancak iç bölge (Fraktal Yapının çekeri ile sınırı arasında ) her insanda farklılık arz eder ve hiç kimse bir diğerine benzemez.

  Bir düşünürün dediği gibi
"Eğer dünya üzerinde aynı olan iki kişi varsa bunlardan biri fazladır."

2 Ekim 2009 Cuma

Sondaki Sıfır

Neredeydi? Bilmiyordu. Ama artık çizgi dışındaydı, buraya gelmek kaderiydi onun; eninde sonunda bir gün buraya gelecekti ama hep olmak istediği yer birler hanesiydi.

Tabi her zaman böyle değildi bu; Herşey 5 yıl önce başlamıştı.

Bir Google ‘da dünyaya gözlerini açmıştı etrafında kendisi gibi onlarcası vardı, herkes daha üst basamaklara gitmek istiyor ama en sola hiçbirinin gidemeyeceğini herkes biliyordu. Çünkü orası çizgi dışıydı orada hayat yoktu onlar için birde ayna evren denilen nokta ötesi vardı orada da en sağ aynı şeydi. Bu iki uç arası onların yani rakamların evreni idi.
Sıfırdan büyük rakamlar çizgi üzerinde yer alabiliyor, onlarda çizgi dışına ancak sıfıra dönüşerek çıkıyorlardı.
Rakamlar arasında kast sistemi vardı, 9 en büyük ve en kibirli idi o tek başına en büyüktü rakamlar evrenindeki en meşhur iki istilacıdan birisiydi diğeri tabii ki sıfırdı.

9’lar rakamların yöneticisi olup kendileri ile muhatap olmak ancak değeriniz veya basamağınız yüksekse mümkündü. Yinede en kolay parya yani sıfır olan rakamdı.
Sayıları oluşturan rakamlar içerisinde en çok itilip kakılan hakir görülen sınıf sıfırlardı, tüm sayılar sıfırı itip kakar onu en aşağıya atmaya çalışırlardı.
Herkesin tek amacı en üste (sola) çıkıp kendi değerini arttırmaktı. Aynı sınıftan bazı arkadaşları daha üst basamaklara çıkmış orada olmaktan memnun olmuşlardı ama sonuçta yinede sıfırdılar bazen üstlerine bir rakam gelir onun yerine geçerek sıfırı çizgi dışına atardı, tekrar doğduğunda başka bir sayıda başka bir basamakta başka bir sıfır olur her şeyiyle aynı aileden ama artık o değildir.

Diğer rakamlar tamamen yok olmayıp bir parçalarını bırakıyorlardı sadece değişiyorlardı ve hala bir değerleri vardı sadece kendilerine benzeyen rakamlarla çıkarılıp eşleri ile toplanırlarsa parya yani sıfır doğuyordu.

Bazen önündeki rakamla işbirliği yapar bir rakam ve onu yine çizgi dışına iterlerdi en çok çarpmayı seviyordu. Birde 1 ile olan yakınlığı.

Kaderleri birbirlerine benziyordu, rakamlar evreninde ikisi de tektiler yalnızdılar, birisi hiçliği eksikliği temsil ediyordu, diğeri varlığı, tüm rakamlar 1’ler den oluşmuştu ama onlar bunu unutmuş kendi benliklerine dönmüşlerdi. Bu açıkça vefasızlıktı. 2 için insanlar asil derdi ve onu tek kabul ederlerdi asil olan aslında birdi,
Ama sıfır gibi tek olması dolayısı ile insanlar ilk asalet unvanını 2 ye vermişlerdi. Ama o da çift denilen sayıların içindeki tek asil sayı idi. Hâlbuki bir bunu daha çok hak ediyordu. İnsanlar… her şeyi sınıflandırmayı ne kadar çok seviyorlar.

Sıfır ise tek başına hiç bir değeri olmayan en üst (sol) 'e hiç bir zaman gelemeyecek olan hor ve hakir değersiz bir rakam.. Ama o da bir asil sayı..Asil parya.

Bazen bir çıkarma veya toplama işlemi olsa çizgi dışına çıksam ve tüm bu eziyetten, itilip kakılmaktan kurtulsam diye düşündüğü zamanlar vardı. Google üzerinde bazen üst basamaklara bazen alt basamaklara gidiyordu. Ama mutlu değildi o da hiçlikten kurtulmak bir varlığa sahip olmak istiyordu. Ama bu mümkün değildi.
Böyle günler aylar geçerken o işlemden bu işleme o basamaktan bu basamağa giderken bir gün bir sayıda kadim dostu bir ile yan yana geldiler ve dertleşmeye başladılar. Sıfır kendi sorunlarını anlatıyordu birde kendininkileri sıfır içinde ukde kalan bir olma arzusunu bire açtı.
Bir bunu duyunca hafif bir gülümseme ile şunu söyledi
Dostum bu gereksiz bir istek senin elinde büyük bir imkân var; sen hiçsin bu aslında kimsenin bilmediği büyük bir güç, bir düşün senin olmadığın bir rakamlar evreni neye benzerdi. Mesela basamaklar onlar senin sayende var oluyorlar farkında değil misin? Eğer basamaklar olmasaydı sayılar evreninde en büyük sayı kibirli 9 olurdu ayrıca aritmetik işlemler.
Matematik ve buna bağlı diğer ilimler mevcut olmazdı. İnsanlar seni keşfedinceye kadar ne kadar zor işlem yapıyorlardı biliyor musun?
Sen bize değer kazandıran ve hepimizi bulunduğu yerden daha üst seviyelere taşıyan yegâne rakamsın.
Hepimizin içinde sende bir parça var ve biz o yüzden diğer basamaklara gidebiliyoruz.
Sıfır bunu hiç bu şekilde düşünmediğini fark etti, artık hiçbir şey onu mutsuz edemezdi, hatta çizgi dışına çıkmak bile; çünkü bütün basamaklar onun eseriydi.
Biliyordu ki, o durumda bile herhangi bir rakamın içerisinde var olmaya devam edecek onu bir basamaktan diğerine taşıyacaktı.

Bir süre sonra basamakların en değerlisinin birler basamağı olduğunu fark etti. Çünkü o orada olduğu sürece
Önüne gelen her sayıyı en az 10 kat değerli yapıyordu ve önüne ne kadar sayı gelirse o kadar değerli oluyordu.

Burada kazanmayan yoktu. O sayı önünde (sol) da olduğu için ondan daha değerli bir basamaktaydı, Ancak onun ve diğerlerinin orada olması ancak birler basamağındaki sıfır sebebiyle olmuştu.

Ama tüm hepsini değerli yapan tüm bu sayıların başındaki (bir) 1 rakamıydı.