17 Aralık 2017 Pazar

Evrim ? Teori mi ? 3

 Önceki yazımda Evrim teorisinin bilimsel yöntemle ortaya çıkarılmasını açıklamaya çalıştım.
   
Bu yazımda ise Nedensellik İlkesi 'nin felsefi açıklaması üzerinden Evrim Teorisinin neden bir ideolojik manüplasyon aracı olarak tasarlanıp kurgulandığını anlatmaya çalışacağım.

Nedensellik İlkesi 'ne A ile B arasındaki nedensel ilişkinin var olması için öncelik, sürekli birliktelik ve zorunlu bağlantı olması gerektiği düşünülmüştür.

Ancak aşağıdaki düşünceye görede nedensellik bir çağrışım alışkanlığıdır.

Hume’a göre deneyim bize nesneler arasında üç ilişki gösterir; yakınlık ya da ardardalık, zamanda öncelik ve sürekli birliktelik. Bunların üçünde de A nesnesiyle B nesnesi arasındaki ilişki zorunlu değildir. O halde nedensellik nesnelerde gözlemlenen bir nitelik değil, A ve B örneklerinin tekrarlarından üretilen bir çağrışım alışkanlığıdır.  

Peki "Evrim Teorisinde" bu şekilde bir manüplasyon yapılmışsa bunu şimdiye kadar herhangi bir bilim adamının fark etmiş ve bunu ifşa etmiş olması gerekmez miydi ? 

sorusu ortada durmaktadır.

Elbette hayır ! Ustalıkla işlenmiş bir manüplasyon Bilimsel Yöntemin aşamaları içerisinde kolaylıkla gizlenebilir. Sebebi Nedensellik İlkesi 'nin insanlardaki algısının bu manüplasyonu fark etmesini engelleyecek bir çağrışım olmasıdır.

Bu manüplasyon için öncelikle var olan bilimsel gerçek tespit edilir. Evrim Teorisi için bu Mutasyondur.

Mutasyon, bireyde canlı hücresinin çekirdeğinde bulunan ve kalıtsal özelliklerinin ortaya çıkmasını sağlayan DNA molekülünün; radyasyon, X ışını, ultraviyole, ani sıcaklık değişimleri ve kimyasallar sonucunda değişime uğramasıdır.

bir türün kendi içinde gerçekleşen bu bilimsel gerçeği manüple ederek Türler arasında geçiş yapacak şekilde bir Hipotez üretir ve mutasyonu ilk canlıdan itibaren başlatırsam sonuçta üretilecek olan teori veya yasa istediğim şekilde bir türün diğerine dönüşümünü sağladığını kanıtlayabilecek hale gelir.

Bilimsel Yöntemi  tersinden ele alarak ve Nedensellik ilkesinin öncelik, sürekli birliktelik, zorunlu bağlantılı olma durumunu çağrıştıracak şekilde Mutasyon bilimsel gerçeği manüple edilmiş ve bulunan fosiller ile bu çağrışım desteklenmiştir.

Doğal seçilim teorisi Mutasyona uğramış genlerin çevresel koşullara bağlı olarak canlının hayatını devam ettirmesini iddia eder. Buna göre çevresel koşullara uyum sağlayan türde mutasyona uğramış olan canlılar hayatta kalır diğerleri yaşamlarını devam ettiremez.

Ara türler(!) iki tür arasında görüldüğü iddia edilen ve sadece "gözlem" ile bu sonuca varılmış Mutasyona uğramış canlılardır. süreç yaşam ömrü 20 dk olan bir bakteri türü için gözlenebilir olduğu halde daha uzun yaşam süresi olan canlılar için Milyonlarca yıldır.

Günümüzde nadiren görülen istisnai durumlar,  doğal seçilim milyonlarca yılda meydana gelen az sayıdaki mutasyona uğramış canlının totalde büyük bir sayı olacağından hareketle,  çevresel koşullara uyumla açıklanmaya çalışılmıştır.

Bunu ispatlayabilmenin yolu Zaman Makinesi'ni icat etmek ve zamanda geri giderek tüm süreci gözlemlemektir. (!)

Bu bir kasa yapıp kilitledikten sonra anahtarının evrenin sonunda olduğunu söylemek gibidir. Nasılsa kimse evrenin sonundaki anahtarı bularak kasayı açamayacaktır.

Artık kasanın içindekiler için kuralına uyduğunuz sürece istediğiniz şeyi söyleyebilirsiniz.
Kural nedir ? Bilimsel yönteme uygunluk..

Anahtar kural ; Gözlemleri istediğiniz hipotezleri ispatlayabilecek şekilde yorumlayabilmek. ilk basamaklarda Darwin'in işi zordu başlangıçta yeterli sayıda bunu tekrar eden insan yoktu ve oyun ortaya çıkabilirdi.
Bunun için oyunun bir noktasında Darwin 'in hipotezi yanlışlarla dolu olduğu söylenerek yeni gözlem, hipotez ve teorilerle revize edildi.

Bu güvenilirliği arttırdı. Çünkü zaten bilim böyle çalışırdı. Bilimsel yöntem herhangi bir teorinin yanlışlanabilir olmasını gerektiriyordu.

Ancak şu sorunun cevabı günümüzde bile verilmiş değildir.

Evrim geçirdiği düşünülen ve tüm yaşam süreci gözlemlenen bakteri türlerinde gerçekleşen Doğal Seçilim sonucu hayatta kalan yeni ve çevresel koşullara uyum sağlamış mutasyona sahip "bakteriler"
Yeni ve Farklı bir tür müdür ?

Yoksa bir türün diğer bir Türe dönüştüğünü bize vaaz eden Nedensellik İlkesinin çağrışım alışkanlığı mıdır ?

Konusunda Uzamn bir bilim insanının bunu fark etmesi çok zordur. Sebebi bir yetersizlik değil tam aksine konusunda oldukça uzmanlaşmış olması ve bakış açısının ve perspektifinin bu konuyu bağlamından çıkararak düşünmeye müsait olmamasıdır.

Bu durumu daha iyi anlamak için; bu blogu Monitöre 1 cm yaklaşarak okumaya çalışın.

Umarım neyi kastettiğimi anlatabilmişimdir !!

Evrim ? Teori mi ? 2

Önceki yazımda Evrimin bilim dışı çevrelerce neden heef haline getirldiği ile ilgili kısa bir açıklama yapmaya çalıştım.

Bu yazıda ise; bu manüplasyonun nasıl yapıldığını anlatmaya çalışayım. Bunu yapmak için biraz derine inmek ihtyacı vardır.

Sorulması gereken ilk soru "Bilim Nasıl Çalışır ? Bilimsel Yöntem Nedir ?" bu konuda internette pek çok kaynak mevcut, yani tekrar etmek bu yazının konusundan sapmak olacaktır.

Ancak temel olarak ifade etmeye çalışırsam,  
  • Problemin belirlenmesi,
  • Problem ile ilgili gözlem yapma ve veriler toplama,
  • Hipotezler kurma,
  • Deneyler tasarlayıp, hipoteze dayalı tahminlerde bulunma,
  • Kontrollü deneyler yapma,
  • Verilerden sonuç çıkartma,
  • Sonuçları teori ya da yasa haline getirip duyurma.
Evrim teorisinin ilk aşaması olan " Problemin belirlenmesi " aşamasında sorulan soru Türlerin Kökeni Nedir ? sorusudur. Bu belirgin bir probelmin ortaya konulmasını sağlamıştır. 
İkinci aşama "Problem ile ilgili gözlem yapma ve veriler toplama " aşamasında Charles Darwin herkesçe bilinen gözlemlerini yaparak verileri toplamıştır. 
Üçüncü aşamada yani Hipotezler Kurma " aşamasında çeşitli tahminler ortaya atarak mantıklı ve gözlemle uyumlu olmalarına dikkat etmiş ve gerektiğinde Hipotezlerini revize ederek yeni hipotezlerle gözlemlerinin uyumlu olmasını sağlamıştır. Bu aynı zamanda dördüncü aşamayıda yani Deneyler tasarlayıp, hipoteze dayalı tahminlerde bulunma " içerir.
Hipotezler daha sonraki zamanlarda daha geliştirilerek ve yeni gözlemlerle desteklenerek "Kontrollü deneyler yapma," aşamasına geçmiştir. Bazı bakterilerin yaşam sürelerinin kısa olmasından dolayı "Kontrollü deneyler yapma" imkanı bulunabilmiştir. Buna göre ortaya atılmış olan "Doğal Seçilim Hipotezi" doğrulanabilmiştir. Bu ve benzeri hipotezlerin doğrulanmış olması, bu deneylerlerden ortaya çıkmış olan "Verilerden sonuçlar çıkarılmasını" sağlamıştır. 
Son aşamada tüm bu deneylerden ve bulunan fosil kalıntılarından çıkarılan sonuçlarla ilgili veriler "Evrim Teorisi" haline gelmiştir. 

Bu noktaya kadar herşey kuralına göre yapılmış ve beklenen bir sonuç çıkmıştır. 

O zaman sorun nerede ? 

Bu ise başka bir yazının konusu...

Evrim ? Teori mi ? 1


Geçen gün bir arkadaşım Evrim hakkımdaki düşüncemi öğrenmek amacıyla bir soru sordu.

"Evrime İnanıyor musun ?"

Bu ilginç soru bu konuda hep yazmak  istediğim ama bir türlü düşüncelerimi toparlayıp yazamadığım konuda beni yazmaya sevk etti.

Arkadaşıma verdiğim cevap kısaca ;

"Evrim; var olan somut gerçeklerden hareketle; parçalarının ustaca bir araya getirilerek, ideolojik bir amaçla kullanılmak üzere ortaya çıkarılmış ideolojik bir manüplasyon aracıdır. "

şeklinde oldu.

Peki ama bu nasıl yapıldı ? Bu sadece Evrimle ortaya çıkmış bir çalışma değildir, bu daha derine inen kapsamlı ve uzun bir süreçtir.
İlk aşama DİL ile başlar, kavramlar birbirlerinin yerine kullanılarak aralarındaki anlam sınırlarının belirsizleşmesi sağlanması gerekir. Bu bağlamda bahse konu kelime "İnanmaktır"
Bilimsel bir konu hakkında düşünür veya konuşurken "İnanç" kelimesi doğru bir kelime değildir.Çünkü inanç dediğimiz kelime içinde doğrulanabilir veya yanlışlanabilir içerik bulunmayan konularda kullanılabilir. Halbuki bilimsel bir teori yanlışlanabilirdir.

Şüphe içerir, kanıtlanmış teoriler yani kanuınlar bile bilimin ilerlemesiyle, içeriksel olarak değişebilir. (Newton-Euklid geometrisi ve Einstein-Riemann geometrisi)
Sürekli değişiklik içeren bir yapının hiç bir şekilde değişmeyecek olan inanç ile bir tutulması kavramsal bir yanlıştır.
Bunun temelinde sekularizmin etkisi olabilir. Bilimin iddialarının yanlışlanabilirliğinden hareketle bir inanç olmadığını iddia edenler vardır. Ancak aynı düşünce için Bilimin kendisinin olmasa bile, yanlışlanabilirliğinin bir inanç olarak kabul edildiğide düşünülebilir.

Şu doğrudur; Bilimsel bir teori kanıtlanabilir veya yanlışlanabilir.
Evrim Teorisi; eğer bir teori ise; 2 şeyden birisi olabilir. Doğru veya Yanlış;

Eğer evrim teorisi için inanmak tabiri kullanılıyorsa sadece bir şey olur. Doğru ;
bunun karşılığıda ya "inanırsınız" ; veya "inkar" edersiniz. Alternatif yoktur.

Peki Neden ? Bilim dünyasındaki bunca teori kanun yasa vb. için değilde Evrim Teorisi için bu kadar spekülasyon yapılmakta ve bilim dışı çevreler bilim çevrelerinden daha fazla bu konuda tartışmaktadır.

İşte bu; Bu teorinin bağlamından çıkarılarak zaten  bu amaçla, yani manüplasyon aracı kullanılmak üzere tasarlanmış yapısından kaynaklanmaktaıdr. Ve her tez gibi kendi Anti-Tez'ini üreterek Akıllı Tasarım gibi bir başka manüplasyon aracınıda ortaya çıkarmıştır.

Konunun içinde olan bilim insanları için bunlar doğrudur.Perspektif farkından kaynaklı bu düşüncede yanlış bulamazsınız ancak bir kaç Km geri gittiğinizde daha farklı bir manzara ortaya çıkacaktır.

Muhatap oldukları kişilerin bilim adamları değil Din adamları olduğunu fark ederler. Bilim çevreleri bunu soğukkanlılıkla karşılarken sıradan vatandaş ve Din adamları şiddetle karşı çıkar. Bunun bilimle dinin çatışması değil,  çatıştırılması olduğunu farkedemeyebilirler.

Dini düşünce neden Evrime şiddetle karşı çıkmaktadır.
Herkesin bildiğini varsaydığım sebebi bir kez daha yazalım.

Din ;
"İnsanlar Hz. Adem (A.S) dan gelmiştir. Hz Adem (A.S) ise topraktan yaratılmıştır"

Evrim;
"İnsan, Maymunla kuzendir, çünkü ortak bir atadan gelmiştir."   

Çelişki;
"Evrime göre Hz.Adem topraktan yaratılmamış ve bir anne babası vardır. İlk canlı hücrenin topraktan veya cansız maddeden ortaya çıktığını söylemek bu durumu değiştirmez."

Bu çelişkiye göre Din'in söylediği yanlışlanmış olur, yukarıda Dini inanca sahip bir kişinin kavramsal olarak nasıl düşündüğünü ifade etmiştim.

Buna göre doğal sonuç "inanmak" ve "inkar" ikilisinde eğer Bilime "inanıyor (!)" iseniz Din 'i ve söylediklerini "inkar" etmeli, tersi durumda Bilimi "inkar(!)" etmelisiniz.

Özellikle İslam Dini bağlamında  bu çok rahatsız edici ve varoluşsal bir sorundur.

İşte bu yüzden "Evrim Teorisinin" ideolojik bir manüplasyon aracı olduğunu düşünüyorum.

Bunun izahını sonraki bir yazıda yapacağım...

6 Ekim 2012 Cumartesi

DÜZENDEKİ KAOS

Kaos teorisi, son 40-50 yıldır yoğun bir şekilde üzerinde çalışılan yeni bir bilim dalının temel hareket noktasıdır. Temelleri Henri Poincaré tarafından 1880 ‘li yıllarda ortaya atılsa da daha eski medeniyetlerde bu kavrama dair felsefi bir alt yapı vardı. Bu konuya ciddi katkısı olan isimlerin bazıları, Edward Lorenz, Benoit Mandelbrot, Mitchell Feigenbaum dur.

İsimlendirme olarak kullanılan kelime, yani “Kaos” bilimsel alışkanlığın bir tezahürüdür. Yüzyıllardır baskın olan bu alışkanlık redüksiyonizmdir. Redüksiyonizm, yani indirgemecilik; bir sistemin parçalarının tek tek çözümlenmesi ile bütün sistemin anlaşılabileceği düşüncesini kabul eder.

Buna göre sistemin bütün küçük parçalarının davranışı kümülatif olarak toplandığında daha üst sistemin davranışını açıklayabilir. Determinizm bu şekilde ortaya çıkmış bir düşünce akımıdır. Yani hesaplanabilir öngörülebilir bir Evren düşüncesi.

Hâlbuki pek çok doğal sistem, alt sistem davranışlarının bilinmesine rağmen hesaplanabilir ve öngörülebilir olmaktan çok uzaktır.

Her ne kadar yanlış adlandırılmışta olsa Kaos teoremi temel olarak başlangıç koşullarının elde edilecek sonuca son derece duyarlı olduğunu vaz eder. Kelebek Etkisi bu duruma verilen en yaygın örnektir.


Örnek olarak vereceğim sistemde fraktal bir yapı oluşturacağız. Düzenli ve basit bir kural kullanarak başlayacağımız sistem sonuçta yine düzenli bir sonuç üretecek ancak Kaos’ un temel argümanı olan “Başlangıç koşullarına aşırı duyarlı” bir sonuç üretecektir.

Buna göre örneğimiz; keyfi uzunlukta bir doğru parçası seçerek başlayacak.
İlk kuralımız, tek çizgilerin kalınlığının ortalaması kadar çift çizgilerin uzunluğunu, çift çizgilerin kalınlığının ortalaması kadar tek çizgilerin uzunluğunu kısaltarak, yeni bir doğru oluşturmak,

İkinci kuralımız ise bu doğruyu bir önceki doğruya paralel olarak ve çizgi kalınlığı kadar mesafeye yerleştirmek, sonraki iterasyonlarda ise bu işlemi tekrarlayacağız.



Bir kalem kağıtla veya bilgisayarla bu işlemi yaptığınızda göreceğiniz şey her zaman bir üçgendir. Geometride üçgenle ilgili bilinmeyen bir şey kalmamıştır. Ancak kaotik olarak oluşturulan bir fraktalin sonuç olarak bir üçgeni verebilmesi sık rastlanabilen bir şey değildir.


Bu özel bir durum olması sebebi ile değil, baktığımız yer ile ilgili bir durumdur. Kaotik sistemler ve fraktaller denilince hedeflenen çoğu zaman belirsiz durumlar ve doğal şekiller olduğu için seçilen kurallar daha çok bu yönde sonuç üretecek şekilde olmaktadır.

Ancak Bilim merdiven basamakları gibi daha önce edinilen bilgiler ışığında ve bilgilerin birbirleri ile ilişkilendirilerek inşası ile ilerler ve yükselir. İşte bu sebeple Lineer sistemlerle Kaotik sistemlerin ortak noktaları tespit edilmelidir.
   
Örneğimize dönersek, fraktalimiz basit kurallarla oluşturulan iteratif (öz yinelemeli) bir sistemdir. Ve başlangıç koşullarına aşırı duyarlı olduğu için kaotiktir.


Başlangıç koşullarına aşırı duyarlı olmasını şu şekilde açıklayabiliriz. Çizgi uzunluğu her iterasyonda biraz kısalarak en sonunda “garip çekici” ’mizi yani üçgenimizi oluşturduğunda 3 tane kenarı ve 3 açısı olan bildiğimiz düzlem üçgeni meydana getirirler. Başlangıçta 1 tek çizgimiz varken şimdi 3 tane çizgi ve çizgi kavramının dışında bir olgu olan açı kavramını ortaya çıkarmıştır.


Başlangıçta tamamıyla keyfi olarak seçtiğimiz çizgi uzunluğumuz sonuçta ortaya çıkan üçgenimizin alanını değiştirecek çizgi uzunluklarını kısaltıp, işlemi uygularken seçtiğimiz kurala göre açıyı da değiştirecektir.

Bu ise başlangıç koşullarına aşırı duyarlı bir sistemin özelliğidir. Çizgi kavramından açı kavramına geçişte kaotik sistem ne tür bir ilişki içeriyorsa bir genelleme ile belirlenip, kaotik yapıların özellikleri daha iyi tespit edilebilir.

Örneğimizi bir adım daha ileri götürürsek, açı kavramı ile benzer bir işlem yapabiliriz yukarıda anlattığımız üçgeni oluşturduktan sonra bir çizginin kalınlığı kadar tabandaki çizginin sol uç noktasını çizginin orta noktası sabit tutularak yükseltilir. Aynı şekilde, çizginin sağ uç tarafı ters yöne doğru alçaltılacaktır.

Oluşturulan bu yeni çizgiye daha önce uyguladığımız kuralı uygularsak, iki tane benzer ancak farklı açılarda üst üste gelmiş üçgenimiz olacaktır. Bu işlemi de iteratif (tekrarlı) bir şekilde yaptığımızda daha ilginç bir “garip çekici” ye ulaşmış olacağız.

Evet, Oluşan şeklimiz bir “Daire” ‘dir.
“Küre” ise bu işlemin 3 eksende yapılması sonucu elde edebileceğimiz katı bir cisimdir. Düzgün dairesel hareket Daireyi oluştururken kullandığımız üçgenlerin sıfır uzunluklu çizgi noktalarını takip eden cisimlerin zaman içerisindeki yörüngeleri olarak görülebilir. Görüldüğü gibi sıfıra yakınsayan denklemler sonuçta lineer bir “garip çekici” oluştururlar.
Sizde aklınıza gelen diğer geometrik şekilleri ve Lineer denklem sistemlerini kaotik bir şekilde üretebilirsiniz.

Fraktal ve kaotik yapıların temel özelliği Merdiven basamakları gibi her adımda bir önceki adımı zemin olarak kullanmalarıdır. Basit kurallar çerçevesinde, zemin hep bir öncekinin sonucu üzerinde yükselir. Buna göre ilk zemin bu kuralı devam ettirecek yapıda değilse, bir sonraki zemin yani o işlemin sonucu uygun bir fraktal yapıda değildir.

Buradan çıkarabileceğimiz sonuç ise zeminin yani evrenin temel yapısının fraktal ve kaotik olduğudur. Sayı sistemlerimiz ve matematiğimiz bu kaotik yapıya uygun düşecek şekilde tasarlanmıştır.

Peki, Nedir bu temel yapı?

Temel yapının özelliği parçalardan oluşmasıdır. Evrende gördüğümüz her şey parçalardan oluşmuştur. Süreklilik yoktur. Madde parçalı bir yapıdadır. Enerji parçalı bir yapıdadır. Uzay-zaman parçalı bir yapıdadır. Sayılar parçalıdır. Bu parçalardan oluşan varlıklar ise fraktalleri oluşturabilmek için zemin hazırlar, düzenli deterministik sistemler ise bu yapının sınır durumları yani “garip çekicileridir.”



Düzenli sistemlerden oluşan kaotik yapıları yine düzenli yapılar elde edecek şekilde modellersek, Non-Lineer sistemlere de uygulayabileceğimiz kuralları, Lineer sistemlerden üreterek bulabiliriz.

23 Eylül 2012 Pazar

Kaos ve Fraktallere dair

  Fraktaller uzun bir süre önce ilgilendiğim, benim için oldukça "garip çekici" liğe sahip bir konu idi. Son zamanlarda aklıma takılan bir konunun fraktaller ve Kaos kuramı ile yakınlığı olabileceği üzerine biraz düşününce bilgilerimi tazelemek amaçlı olarak Tübitak yayınlarından 6.500.000 TL vererek aldığım 2003 basımı James Gleick 'in Kaos adlı kitabını tekrar okudum. Aslında bu konuda yetkin bir isim isterseniz şu adrese bakınız. http://www.sinancanan.net.tr/2011/01/kaos-karmasklk-bilimi-ve-yeni-bilimsel_22.html

Genel manada kitaplar  Fraktallere benzer, bilgiler ancak yeni başka bilgiler ve zamanla iterasyon sayesinde yeni ufuklar açar, bu iterasyonu sağlamak için zamanı geldiğinde o kitabı veya yazıyı yeniden okumanız gerekir.

İşte zihnimde uyanan bu kıvılcımın aydınlık izi ile kitabı tekrar okuyup bitirdiğimde yeni fikirler ortaya çıkmıştı.
Ve bu fikirlerin tekrar kaybolmasını önlemek ve kalıcı hale getirebilmek için bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Sonrasında bu fikirleri ispatlayabilmek için uğraşacağım. Umarım !! :)
İşte düşüncelerim:

  1. Bir fraktal var olmak için ilk olarak basit bir zemine ihtiyaç duyar. Bu zemin fraktalin ilk alt yapısıdır. Eğer gerçekleşebilen bir fraktal varsa bu ; o zeminin alt yapısında o fraktalin olduğunu gösterir. Zemin her iterasyonda bir miktar yükselir. 
  2. Tüm fraktallerin alt yapısı parçalı sistemlerden oluşur. ve tüm fraktallere uyan tek bir alt yapı mevcuttur. 
  3. Tüm sayılar fraktaldir. 
  4. Uzay zaman fraktal bir yapıdadır. 
  5. Sadece dinamik sistemler değil statik sistemlerde fraktallerden oluşur. Deterministik ve ölçülebilir statik  yapılar aslında bir "garip çeker" 'dir.
  6. Kuantum dünyası bir fraktaller dünyasıdır. Ve "çekerler" kuantum yasalarını belirler. 
  7. Bir fraktalin Tn zamanındaki durumundan ilk hali veya önceki bir zaman noktasındaki durumu  çıkarılabilir. Bunun için önce hangi temel yapıda olduğu tespit edilebilmelidir.  
  8.   Mandelbrot kümesi bilinen manada bir fraktal olmayabilir,  ancak temel birimi fraktallerden oluşuyor olabilir. 
  9. Feigenbaum sabiti , daire için Pİ sayısı ne ise Fraktal için o anlama gelen bir sayıdır.
    Buna göre önemli olan genel olarak fraktaller ile Feigenbaum katsayısı arasındaki diğer ilişkileri tespit etmektir. 
  10. Euler sabiti fraktal yapıda olup, aslında farklı bir sayı sisteminde(Fraktal sayı sistemi) sayı tabanına karşılık gelmektedir. 
  11.   Örnek olarak Dairenin çevresini veren denklem "2 *pi * r" bir fraktalin garip çekeridir. Gözlemlediğimiz diğer "çekerler" den farkı; sınır değerinin "lineer" bir denklem olmasıdır. Buna göre kaotik olmayan herhangi bir şey yoktur. sebebi ise "Tuval" 'in ilk zemin olmasıdır. 
  12. Marshal kutusu ilk zemindir. İçinde Mutlak Boşluk vardır. Tüm fraktallerin alt yapısını oluşturan ana zemin, parçalı 8 noktadan oluşur. 
  13. Zihinsel dünyamız fraktallerden oluşur, Düşüncelerimiz arasındaki boşluklar fraktal yapıyı meydana getirir. 
  14. Fraktalin  tersi (düşmanı) sürekliliktir.Sürekli zemine sahip bir evren hiç bir zaman içerisinde bir fraktal oluşturamaz. 
O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahmân’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun?   Mülk suresi  3. Ayet 

12 Haziran 2011 Pazar

Uzay Nedir ?

Uzay Nedir ?
İnsanlar tarih boyunca başlarının üzerinde yükselen bu büyük boşluk üzerinde düşünmüşlerdir. Bu boşluğa pek çok isim vermişlerdir. Mesela bunlardan birisi GÖK !!
  Yıldızlar ve diğer gök cisimlerinin bulunduğu bu alana bugün Uzay boşluğu adı verilmektedir. Kavram olarak Uzay; madde ve enerjiye ev sahipliği yapan bir mekandır. 3 boyutlu olrak gözlemlenmiştir, Zamanla birlikte 4 boyutlu bir sistem olarak kabul edilir. Dar anlamıyla Uzay gök cisimlerinin bulunduğuu bir mekan ve alan olmakla birlikte bugün aslında daha temel manada atom içi alanıda kapsayan bir özelliğe sahiptir. Dolayısı ile maddenin iç yapısında da büyük miktarda mekan yani Uzay vardır.

  Buraya kadar anlattıklarım uzay hakkında bilinen ve kabul edilenlerdir.
  Ancak benim amacım kendi düşüncelerimi  buradan paylaşarak sonraki zamanlara ve insanlara bir hareket noktası bırakmaktır.
   Benim düşünceme göre Uzay bir mekan olmasının ötesinde, bir varlıktır. Adına madde diyemeyeceğim, ama maddenin sahip olduğu özelliklerden belki bazılarına sahip olan bir varlık..

   Bu düşünceye nereden vardım. ?
   Fizik biliminin bulduğu yasalarda kullanılagelen bazı  Evrensel sabitler vardır. Bunlar bulunan yasalarla gözlemlenen olguları birbirine uydurmaya yarayan sabitlerir. İnsanlar bir olguyu gözlemler onu modeller ve ölçerler. Ölçtükleri değer ile oluştuırdukları model ne kadar iyi uyarsa o kadar doğruya yaklaştıklarını düşünürler. Eğer çok büyük uyşmazlık varsa modeli yeniden oluştururlar.
 Ama uyuşmazlık belli koşullar altında sabit kalıyorsa ozaman bir genel sabit bulurlar. bu sabit; O model ile Evren arasındaki bağlantıdır.
  Bu yanlış değildir ama eksik kalan bir şeylerin olduğunu söyler.
  İşte bu sabitlerden bazıları,
    G : Evrensel Çekim sabiti
    C: Işık hızı
    e : Boşluğun birim elektrik sabiti;

    m : Boşluğun birim manyetik sabiti ;
    h  : Planck Sabiti;
    ve diğerleri için;
      http://en.wikipedia.org/wiki/Physical_constant   

işte bu sabitlerin kaynağı, düşünceme göre  onun madde özellikleri gösteren niteliklerinden kaynaklanmaktadır. Uzay soyutlanmış anlamda içinde madde ve enerjinin olmadığı yerdir. Bir anlamda boştur.  Bir şey yoktur yani.. Bu duruma rağmen uzaya, bir takım sabitler verebiliyoruz ve biz bunu normal karşılayabiliyoruz. Onu bükerek olmayan bir varlığın kütleçkimini oluşturmasını sağlamasını açıklayabiliyoruz. Bigbang teorisi ile onu sonsuz küçük bir tekillikten patlayarak genişleyebilen bir varlık olarak düşünebiliyoruz.
 
  İşte bu boş olarak nitelediğimiz varlığın bu nitelikleri analojik olarak, bir sıvıyı andırmaktadır. sıvı içerisindeki sıvıyı oluşturan parçacıkların, hem kendilerine hemde sıvı içerisindeki diğer parçacıklara uyguladıkları etki bakımından , ayrıca sıvı içerisindeki dalgalar şeklideki enerji aktarımınında  Uzay boşluğu ile aralarındaki benzerlik çok yüksektir.
   Ancak benim iddiam; Uzay boşluğunun bir sıvıdan çok, bir katı şeklinde olduğu yönündedir. Küresel olarak kabul ettiğim boyutsuz noktasal parçlardan oluşmuştur. Bu noktaların aralarında Planck sabitinin yarısı kadar bir mesafe vardır. Ve iki parçacık arasındaki çekim kuvveti Casssimir Effect adı verilen etki ile bir çekim vardır. Bunun değeri hesaplanabilir .
Ancak bu çekim; noktaların birbirlerine göre maksimum Planck Uzunluğu kadar hareket etmesine izin verir.
8 noktadan oluşan bir birim küpe Marshall Kutusu adını verdim. Marshall Kutusu, 2 noktası arasında bir foton zamanız olarak hareket edebilir. İlginç olan Marshall Kutuları, birbirleri ile birleştiğindede iletimin teorik olarak zamansız olacağıdır. Ancak pratikte foton milyonlarca  Marshall Kutusun hareketi sonucu olduğundan ikincil bir hareketin iletilmesi C yani ışık hızı ile olmaktadır. Yani bir zaman içerisinde gerçekleşmektedir.
   Marshall kutusunun iki noktası arasındaki çekimin büyüklüğü,  Uzay'ın bir sıvı değil tam aksine bir katı olmasını gerektirir. Adeta bir çelik blok....
   Bu yapı üzerinde madde ve enerji bir sıvının üzerinde herhangi bir engelle karşılaşmadan rahatça ve serbestçe hareket edebilir. Ancak nasıl ki bir sıvının molekülleri arasındaki ekileşimin sonucu olarak sıvı yoğunluğu ve vizkosizte gibi değerleri varsa Uzay'ın nitelikleri arasında da Evrensel çekim sabiti elektrik ve manyetik sabitler Planck Sabiti ve diğer sabitler olur.
  Işık hızının sabitliği; Marshall kutusunun Uzay'a kazandırdığı bir niteliktir.

1 Mart 2010 Pazartesi

GO diye bir Oyun

Şu sıralar GO adında bir oyunla ilgileniyorum.
   Daha önce müteaddit defalar duymuş olmama rağmen oyun olması hasebiyle ilgimi çekmemişti. Ama
şu adreste  http://www.go.metu.edu.tr/ okuduğum yazılar; oyunun ilgimi çekmeyi başarmasına sebep oldu.
 Oyunun bana çağrıştırdığı düşünceler çok çeşitli, oyunun kurallarının basitliği, ama aynı zamanda çok zor olan oyunun geneli, siyah ve beyaz taşların birbirleri ile dansı, felsefesi , hayatla olan benzerliği, ve daha önemlisi ilgi duyduğum konular ile ilgili verdiği fikirler....

  Anlam bilim, evet anlam bilimle ilgisi olabilir bu oyunun, bu beni heyecanlandıran bir düşünce;
İnsan beyni kavramları algılarken, olguların ve ŞEY lerin zıtlarını gözönünde bulundurur.
Go Ban üzerinde başlangıçta hiç bir taş yoktur.  Aynen yeni doğmuş bir bebeğin beyni gibi. İki rakip, siyah ve beyaz taşlar GO BAN üzerinde ilk taşlarını koyduklarında bebek etrafını gözlemektedir henüz, bilgi her taraftan gelmekte, gelen bilgi kendi anlamına uygun olarak tahta üzerinde bir şekil almaya çalışmaktadır. Zıt anlamlar veya benzeşen anlamlar kendi varlık alanlarına sahip olurken bazen başka varlık alanlarına müdahil olurlar. Bazen o alanları güçlendirir, bazen zayıflatırlar.

  Ama her oyun, yani beyin kendine özgüdür, özgün bir bütündür. Oyun biraz ilerleyince, şekiller ortaya çıkmaya başlar, genç artık ergen döneme girmiş ve çatışmalar başlamıştır.
   Çatışmada galip gelen fikirler, olgunluk ve ihtiyarlık dönemlerinin şeklini belirler. Oyunun sonuna doğru hareket kısıtlanmış yani fikirler oturmuş hatta önyargılar oluşmuştur.
   Bu önyargılar ihtiyarlıkta ve son nefeste hangi fikirlerin baskın hangilerinin artık önemsiz olduğunun göstergesidir.
     Oyunun sonu hayatın muhasebesidir. Beyaz taşlar daha çok alan çevrelemişse Beyazlar, aksi durumda siyahlar oyunun galibidirler.

  Hayat gibi; yaşanan hiç bir şey, artık geri alınamaz, hiç bir bilgi yok olmaz, ancak şekil değiştirir. 

  Taşların özgürlük noktaları bir kavrama verdiğimiz anlamın hareket noktaları gibidir. Eğer kavram yaşam alanımızda değilse ölüdür. anlamı yoktur. Yaşam alanımızda olmaması iki şeye bağlıdır, ya o kavram, zıt kavramlarla çevrili ya da aramızda herhangi bir bağlantı bulunmamaktadır.

   Eğer yaşam alanımızda kaçacak, nefes alacak bir yer, bir teselli varsa olumsuzlukların bizi çevrelemesi bize zarar veremez. Hayatın icmali değilsede kısmi toplamı bizi mutlu etmeye, o düşünce mantalitesi içerisinde bizi var etmeye devam eder.

     Ve son olarak; sonuçsuz, amaçsız kısır döngüler, fasid daireler kimseye bir yarar sağlamaz.